İnsan hem zavallı, hem de oldukça güçlü bir yaratıktır. Kaderine boyun eğdikçe ağlamış, direndikçe de yeni yeni şeyler öğrenmiştir. Acıları onu törpülemiş, olgunlaştırmıştır.
İlk insanı düşündükçe, ürperiyorum. Her ne kadar o, seçilerek yaratılan bir insan olsa bile, hayata ilk adımlarını yapyalnız olarak atmıştır. Zamanla bazı şeylerin hasretini çekmeye başlamış, bunlar da ona, çeşitli şeylerin peşinden gitmeyi telkin etmiştir. Bu telkinler, hasretler ve özleyişler; ufkunun genişlemesine yol açmış, sağlam bir kişilik geliştirmesi için, daha sonra hayatının vazgeçilmezleri olacak ipuçları oluşturmuştur.
Hayat, sanki öne ve arkaya açılan bir kapı. Önde bulunanı ve arkada olanı görmek, zamanla öğrendiğimiz davranışların bir sonucudur. Bu davranışlarla olgunlaşmış, öğrenmiş, kavradıklarımızı uygulaya uygulaya, bizimle birlikte olanlardan farklı bir kişilik geliştirmişiz. Davranışlarımız, bir yerde bizim aynamız olmuştur. Hayat denilen şey, aynaya düşürdüğümüz kırılır kırılmaz ışıklar sayesinde, anlam kazanmıştır. Aslında bu ışıklar, "deneme" denilen şeyden başka nedir?
Bu noktada yeniden ilk insana dönüyorum. Hayatını sürdürmesi için onun çeşitli yiyeceklere, giderek bir barınağa ihtiyacı olmuştur. Açlık belasını savmak için ekip biçmeyi, başını sokmak için gecekondular kurmayı, apartmanlar dikmeyi öğrenmiştir. Giyimdir, kuşamdır derken; yine de hayatında bazı şeylerin eksik olduğunu anlamıştır. Becerdikçe, başardıkça; karşılık olarak nasıl bir davranış geliştirmeliydi? Kutlama denilen şeyi, ne şekilde, nasıl göstermeliydi? Kendisiyle birlikte hayata düşenlere, bütün bunları nasıl anlatmalı, duyurabilmeliydi?
Ben, insanın bu tarafına hayranım. Her zorluğun anahtarı, sanki onun elinde. Sihirli anahtarıyla, zorlu kapıların kilidini açabilmenin sırrını baştan kavramış, göz kenarlarında, dudak uçlarında beliren gülümsemelerle, hayatına anlam katmıştır.
Ancak bütün insanlık için, hayatını anlamlandırmanın bedeli, oldukça ağır olmuştur. Sıralı dünya savaşlarını düşünün, günümüzdekileri gözleyin. Ödenen bedelin ağırlığını hemen kavrayabileceksiniz. Dal gibi yiğitlerin yere düşmesi, eli kınalı bacıların sonsuz hasretlerin satırbaşlarını yaşmaya başlaması, kız kızan, yüzlerce kişinin anasız babasız kalması, sözün özü, çeşitli medeniyetlerin yıkılması, az buz acılardan mıdır?
Bu acılara katlanmak, çelik gibi yürek ister. Bu çelikleşmiş yürek, hayatın sürdürülebilmesi için gereklidir. Yoksa hayat denilen şeyin kıvılcımları, parladıkça insanı korkutan şimşekleri; insan soyunu şimdiye kadar çoktan yok ederdi.
Halbuki işte görüyoruz; birer birer hepimiz bunun böyle olmadığının kanıtı değil miyiz? Çok ağır bir bedelle ödenen denemelerin karşılığı, her şeye rağmen, içinde pişmanlık ya da zafer kıvılcımları bulunan, gülmek ya da gülümseyebilmek değil midir?
Gülümse. Gülümsedikçe yaşayacak, insanlık tarihinin temeline harç olmaya devam edeceksin. Yükselen temeller, insan olabilmenin özeti olarak uzayın burçlarında; özgür bayraklar gibi dalgalanmaya devam edecektir.
Yoksa?..
Oyhan Hasan BILDIRKİ