Kiyaset, şancılı tecrübeler, demektir.
Kiyaset, akıl cevherini “akılcı” olarak değil, “akıllı” olarak işlemesini bilmektir.
Kiyaset, gaye için her vasıtayı meşru kılan köhne zihniyetten teberri; fakat her meşru vasıtayla teşebbüsü de bir vazife telakki etmektir.
Kiyaset, düşünce ile aksiyon arasındaki denge muhafaza edip “önce yap sonra düşün” paradoksunun cazibeli kaypaklığından kurtarmak ve onun “önce düşün, sonra yine düşün ve daha sonra da yap” klasik ama sağlam ifade zeminine oturtmaktır.
Kiyaset, “hüsnü zan, adem-i itimat” prensibinin her türlü ferdi’ ve içtimai hareket ve davranışlarda istikrara kavuşması ve “dost, bir gün düşman, düşman da dost olabilir” ölçüsünün insanda değişmeyen bir karakter haline gelmesidir.
Kiyaset, daima ve kabiliyet manasına gelen sabırla, hırkayı kaftanın altına giymek ve böylece, mülk tacına, melekut sorgucunu takarak, “rıza” payesine ermektedir.
Ve kiyasetli insan, “sözün en güzeli en doğru olanıdır” düsturundan hareketle, daima sözünün doğru olmasına dikkat eden, ancak “her doğruyu demenin doğru olmayacağını” da bilen ve “hatip muhatabın gölgesidir, ona göre uzar ve kısalır” hakikatinin sırrını keşfederek “insanlara akılları nispetinde konuşun” kutsi ihtarının ışık hüzmeleriyle yıkadığı sözlerini “aslana ot ata et atmayın” vecizesi istikametinde değerlendiren ve böylece “taş yerinde ağırdır” ihtiyatıyla “taşı gediğine koyma” pratiğini kavrayan ve neticede, düşüncede mücerredin tazeliğini, aksiyonda ise müşahhasın ölümsüzlüğünü kendisinde birleştiren seçkin bir istidat ve cesur bir müdebbirdir.
Ve nihayet kiyasetli insan, mağarada Yemliha, Firavun’un sarayında Musa (as.) ve set yapımında da bir Zülkarneyn olabilendir.
Şemseddin NURİ