"Yanlış mı etmişim Allah'ım?"
Tereddütle başlayan bu soru giderek karabasana dönüşüyor, bir ağırlık yüreğime gelip oturuyordu. Unutmak istiyordum. Zamanın akışına kendimi koyuvermek istiyordum. Nafile. Çırpındıkça batıyor, unutmaya çalıştıkça her ayrıntıyı daha beter hatırlıyorum. O an beynime capcanlı çakılıp kalmıştı. Tekrar tekrar aynı soru her zerremde yankılanıyor, içimdeki bu ses giderek büyüyordu.
"Yanlış mı ettim yoksa?"
Vicdan azabı denilen şey bu olmalıydı. Çareler aradım bastırmaya. Kitap okuyayım dedim, yok. Bir şeylerle oyalanayım dedim, imkânsız. İştahım kaçmış, yemek bile yiyemez olmuştum. Uyumak ne mümkün, bir sağa dön bir sola. Düşünceler ve hayaller giderek beni esir alıyordu. Nefsim boş durmuyordu tabiî. Binlerce gerekçe sıralıyordu ardarda. Savunma mekanizması işlemeye koyulmuş, ruhumun tam ortasında bir mahkeme salonu kurulmuştu. Nefsim avukat, vicdanım hakim. Davalı ben, davacı bir kırık kalb.
Bir kalb ki tam ortasından yarılmış iki parçaya, depremdeki fay hattı gibi. Yerle bir olmuş her tarafı, yara bere içinde. Kalb eliyle beni gösteriyor.
Suçlu sensin, diyor, beni kırdın.
Birisi sürekli gülüyor, görünmese de kendi. İğrenç bir gülme sesi bu. Nefsimse, hiç durmadan savunuyor beni.
Ama, diyor, o sırada çok stresliydin. Üstünde yaşadığın olayların onca baskısı vardı. Maruz kaldığın haksızlıklar vardı. Kim olsa aynı şeyi yapardı. Hem, diyor, sahip olduklarını korumak zorundasın. Niye paylaşasın ki? Söylediklerini haketti.
Nafile. Nefsim ne dese vicdanımın yüzü gülmüyor. Vicdanımın yüzü asık. Tokmağını vurup, oturumu bitiriyor. Nefsimin sesi kısık, ama hâlâ mahkemenin koridorlarında savunuyor beni.
Kırık kalb tam ortada, gözlerinde yaş var. Vicdanım beni suçlu buluyor. Giderek büyüyen bir kayayı sırtıma veriyor.
Taşıyacaksın, diyor.
Cezam ne kadar sürecek, diye soruyorum.
Kalbi gösteriyor,
O, diyor, kırık olduğu sürece cezalısın. Bu taşı taşıyacaksın, nefesin kesilse bile.
Hafızam da başıma, gardiyanım olarak dikiliyor. Anlıyorum ki kaçış yok.
Bir kalbe bakıyorum, bir de sırtımdaki taşa.
Ne yapmalı? diye düşünüyorum.
O sırada akıl yanıma gelip, kulağıma fısıldıyor.
Tek çare var, diyor, git yanına özür dile, gönlünü al.
Kendi görünmeyip de sürekli kıs kıs gülen o ses, aklın fısıltısını duyup gülmeyi kesiyor. Telaşla ebedî helâk nedenine beni de ortak etmeye çalışıyor.
Hayır, diyor, kırılmayı çoktan haketti. Hem o da kim oluyor senin büyüklüğün ve değerin yanında, Sen gururlusun, gidemezsin.
Gurur çıkıyor karşıma kasıla kasıla.
Asla, diyor, özür dileyemezsin.
Bu taşı sırtımdan alabilir misin? diyorum.
Hayır, diyor, elimden gelmez.
Öyleyse git, diyorum, sen derdime çare değilsin.
Yine kalbe bakıyorum. O da küskün ve kırgın göz ucuyla bana bakıyor. Üzülüyorum. Hafızam geçmişte kalbin bana yaptığı iyilikleri hatırlatıp duruyor. O hatırlattıkça acım artıyor.
Ne yapmalı, nasıl, ah nasıl bu belimi çatlatan taşı sırtımdan atmalı? diye düşünüyorum. Özür dilesem mi aklı dinleyip de? Tereddütler içindeyim. Pişmanlıkla ağlıyor, dualar ediyorum gece boyu.
Seher vakti iki ak melek geliyor yanıma. Birinin adı tevazu, diğerininki merhamet. Kollarıma giriyorlar, vicdanım da arkamdan iteliyor. Kalbe doğru gidiyorum. Yürürken ayaklarımın altından çatırtılar geliyor. Nedir? diye bakıyorum. Nefsim ve gururum yerlere serilmiş, her adımımda parçalanıyorlar.
Kırık kalbin yanına varıyorum. Mahzun, gözleri yaşlı hâlâ. Damarlarından kan sızıyor. Başım önde, pişmanlık içinde;
Affet diyorum, hata yaptım. Sen haklıydın. Barışırsan söz, seni bir daha kırmayacağım. Bak ben de çok üzgünüm ve özür diliyorum işte.
Tereddütlü bana bakıyor. Sırtımdaki taşı ve yaralarımı gösteriyorum. Pişman olduğuma inanıyor.
Haydi, diyorum, barışalım.
Boynuna sarılıyorum. O da bana sarılıyor. Ağlıyorum. Gözyaşlarım kırık kalbin üzerine geldikçe çatlakları kapanıyor. Eski hâline geliyor. Ama dikkatli bakınca yine de üzerinde izler görüyorum. Beni anlıyor.
Zamanla, diyor, onlar da zamanla iyileşecek.
Sırtımdaki taş, bir beyaz yunus'a dönüşerek hafızama doğru uçuyor. Yunus'un ağzında bir kâğıt var okuyorum:
Bir kez gönül yıktın ise
>Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Gönül Çalab'ın tahtı
Çalab gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise
Uzaklarda bir yerlerden çirkin, tanıdık bir ses ağlıyor, ağlamıyor, böğürüyor bağıra çağıra. Artık eski hâline gelen kalb ile gülümseyerek elele tutuşup yeniden hayata dönüyoruz.
Ayşegül Aygün