Selamun Aleyküm...
Bayramın verdiği tatlı bir yorgunlukla yine beraberiz. Sıla-i rahimlerin verdiği büyük bir huzurla bu hafta da yazmak nasip oldu elhamdülillah.
Bugün sayfamda haddim olmasa da Efendimiz(sav) döneminden bu yana diyar diyar yapılan, gerek dini gerekse ilim hizmetinin yer almasını arzu ettim.
Efendimiz döneminde hicret etmek, neredeyse Müslümanlığın temellerinden biriydi. Hicret eden her ashap, her fert belki de Müslümanlığın zirvesini hak edenlerdendi. Yani hicret, bu denli mühim bir vazife idi.
Ben aciz mevcudatımla şu kanaate vardım; bugün yurt dışına veyahut başka şehirlere ilim öğrenmek, öğretmek ve İslam adına bir takım güzellikleri intişar edebilmek, İslamiyet’i daha da nazenince yaşatabilmek adına seferler gerçekleştiren kardeşlerimiz, ağabeylerimiz ve ablalarımız birer muhacir rolünü üslenmiştir.
Muhacirliğin temelinde, geride sevdiklerini, yurtlarını, evlerini, barklarını ve kendilerini bekleyecek birkaç gözü ‘’belki bir daha görürüm’’ umudu ile Allah(cc) rızası için yürümek vardır. Hüzünlü bir kalp ve yaşlı bir gözle yürümek…
Gittikleri yerlerin isimlerini, ilk defa duyanlar dahi tezahür edebilmekte…
Gidecekleri yeri, o yerin dilini, insanlarının fıtratını, karşılaşacakları zorlukları bilmeden yola çıkanlardır onlar. Bu işi yaparken hasbıhalleştikleri iki umut vardır sadece. Birincisi, yaptıkları işin Allah(cc) rızası için olduğu ve hiçbir çıkar gözetmeksizin yapmaları gerektiği, bu şekil hareket ettiklerinde ise Allah(cc)’ın attıkları er adımda yâri olacağını ve her sıkıştığında da yardım elini uzatacağını bilmeleridir. Bir diğeri ise; onları bekleyen binlerce gözün varlığını bilmeleridir.
Binlerce göz… Neye susadığını dahi bilmeyen binlerce göz… Bizler bugün İslamiyet hakkında ve onu nasıl uygulamamız konusunda belki sayısız bilgiye sahibiz. Bildiğimiz halde uygulamadığımız bilgiye…
Peki ya onlar… Onlar da belki içinde bulundukları çıkmazdan kurtulabilmek adına, hep bir bekleyiş içinde olanlardır. Yürekleri ardına kadar açık, vereceğiniz en ufak ilmi bütün mevcudatıyla intişar edecek kadar açık… Şaşkınlığa sebebiyet vermeyelim, burası küre-i arz, belki ahir zaman peygamberinden bile haberdar olmayan nice beşer vardır. İşte hizmet insanı bu beşerileri İslamiyet’e kazandırmak, onlara ilim öğretmek amacıyla milyonlarca mesafeyi kat etmekte ve bunun verdiği zorluklara da göğüs germektedir. Yanlız değil o bekleyiş içinde olan insanlar, Tükiye’mizde kendilerini bu davaya adayan onlarca insan tacavübe hazır bir vaziyette beklemekte… Bundan da öte yerleri ve gökleri yaratan Allah(cc) var yanlarında…
Bu davayı omuzlanmayı çok istedim. Maalesef ki nasip olmadı. Ama kim bilir belki ilerde bir gün…(İnşaallah)
Bu davayı üslenememiş olsam da bu davayı omuzlayan ve kendisi gibi olmayı istediğim bir ağabeyim var. Belki de onun giderken yaşattığı hasret acısı benim bu davaya uzak kalmama sebep oldu. Ama şunu da biliyorum ki; nasipten öteye yol yok…
Rabbim, bu hizmet insanlarının kalbine Efendimiz(sav)’im sabrından ihsan eylesin inşallah.
Allah (cc)’a emanet olmanız umudu ile…
Özgül Seçuk-13 Aralık 2008, Cumartesi(alıntı)...