GENÇ BİR adam orta halli bir şehirde kendi işini kurmuştu. Şehrin caddelerinden birinde, bir perakende dükkanıydı açtığı. Fakat, kendisi hem dürüst, hem de dost canlısı olduğundan; fazla kâra da tamah etmeyip dükkanındaki malları biraz ucuza sattığından kısa zamanda şehirdeki herkesin uğrak yeri haline gelmişti dükkanı. Zaman içinde dükkanının ünü o kadar yayıldı ki, civar şehirlerden olup yolu bu şehre düşen hemen herkes de ona gelip alışveriş yapmaya başlamıştı.
Gelen giden, “Ne zaman bizim oralarda dükkan açmayı düşünüyorsunuz?” diye sorduğundan, sermayesi çoğaldığında genç adam civar şehirlere de yaymaya başladı işini. Sonra başka şehirler derken, büyük bir marketler zincirinin sahibi haline geldi.
Ancak, bu arada, onca seneler geçmiş, bizim genç perakendeci yavaş yavaş bir ayağının çukurda olduğunu hissettiği senelere gelmişti. Nitekim, bir gün şiddetli bir rahatsızlık geçirip apar topar hastaneye kaldırmışlardı kendisini.
Doktorların müdahalesi işe yaramış gözüküyordu. Ama adam ölümünün iyice yakın olduğunu düşünmeye başlamıştı hastane odasında.
Hastanede kaldığı günlerden birinde, onun yokluğunda işleri götürmeye çalışan her üç oğlunu yanına çağırdı adam. Artık yaşlandığından, Allah’ın ona daha uzun seneler yaşamayı nasip etmesi mümkün olduğu gibi yakın zamanda ölmesinin de pekâlâ mümkün olduğundan başlayarak, aklı başında her yaşlının söylediği birtakım cümleleri sıraladıktan sonra:
“Üçünüz de benim oğlumsunuz” dedi. “İçinizden hangisi şirketimizin başına geçecek, buna karar vermem zor. Ben öldükten sonra da bu yüzden birbirinizle kötü olmanızı hiç istemiyorum. O yüzden, hanginizin işin başında olmayı hak ettiğine karar vermek için sizi sınamaya karar verdim. Üçünüze de on dolar vereceğim. Şimdi gidip yalnızca bu on dolarla öyle birşey alacaksınız ki, akşam getirdiğinizde şu odamı bir uçtan bir uca dolduracak. Haydi şimdi yola düşün bakalım.”
Çocuklar, babalarının yanından ayrıldılar ve her biri ayrı bir sokaktan yola koyulup alacakları şeyi düşünmeye başladılar.
Akşam geri döndüklerinde babaları:
“Evlatlarım, on dolarla ne yaptınız?” diye sorduğunda, birinci çocuk:
“Arkadaşımın çiftliğine gittim, on dolarımı verdim ve ondan iki balya saman aldım” diye cevap verdi ve odadan dışarı çıkıp aldığı samanları içeri getirdi, çuvalı açtı ve samanları havaya savurmaya başladı. Odanın her tarafı bir anda samanla doldu. Ama az sonra samanların tamamı yere indi ve böylece, bu oğlunun babasının istediği şekilde odayı bir uçtan öbür uca dolduramadığı görülmüş oldu.
Bunun üzerine, adam ikinci çocuğuna yönelip:
“Peki oğlum,” dedi, “sen paranla ne yaptın?”
Çocuk:
“Yorgancıya gittim. Ondan on dolarlık kuştüyü aldım” diye cevap verdi ve çuvalını içeri getirip içindeki bütün tüyleri savurmaya başladı. Birkaç dakikalığına neredeyse bütün oda tüylerle doldu, ama samanlar gibi tüyler de yavaş yavaş yere indiler ve böylece bu çocuğun da odayı dolduramadığı görülmüş oldu.
Sıra, son çocuğa gelmişti. Hasta yatağında hafifçe doğrulan adam:
“Sen evladım” dedi ona, “Sen paranı ne yaptın?”
Çocuk, “Babacığım!” dedi, “On dolarımı cebime koyup, senin yıllar önce açtığın ilk dükkana benzeyen küçük bir dükkana gittim. Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Sonra, beş dolarını bir hayır kurumunun kumbarasına bıraktım, dört dolarıyla yolda gördüğüm iki muhtaç insana yiyecekleri birşey alıp verdim, kalan bir dolarla da iki şey aldım.”
Bunu der demez, elini cebine atıp bir çakmak ve bir mum çıkardı çocuk. Odanın lambasını kapatıp mumu yakınca, bütün oda mumun yaydığı ışıkla doldu. Saman veya tüy on dolarla odayı doldurmaya yetmemişti, ama bir dolara alınan mum ile çakmak bütün odayı bir uçtan öbür uca ışıkla doldurmuştu.
Bunun üzerine, memnun bir yüz ifadesiyle, “Çok iyi oğlum!” dedi baba. “Benden sonra işlerimin ve ailemin başında sen olacaksın. Çünkü, hayata dair çok önemli birşeyi, ışığını yaymayı öğrenmişsin.”