Bu gece her zamankinden farklı olacağa benziyordu. Gökte yıldızlar şafağın atmasını bekliyormuş gibi tek tük parıldamaktaydı. Rüzgâr gündüz yağan karı, beyinleri törpülercesine oraya buraya savuruyordu..
O her zamanki gibi vazifeye gelmiş, uçuş emri bekliyordu. Kantinde birkaç bardak çay içmiş, çanı sıkılmıştı. Üşümemek için parkesinin yakalarını kaldırarak dışarı çıktı. Elleri cebinde tam karsısında duran uçağını seyretti, sonra alana söyle bir göz gezdirdi. İleride gölge gibi duran enkaz yığınını görünce irkildi, içinde garip birseylerin depreştiğini hissetti. Çünkü o, en samimi arkadaşının uçağıydı, bugünse sade bir törenle cenazesini kaldırmışlardı. Dün çıktığı uçuşundan dönmemişti.. Basını kaldırdı ve yukarılara baktı, içine acaip korkular sinmişti, kendine olan güvenini yitirmemek için; "Hadi çanım her zaman uçtuğum gök" diye mırıldandı. Fakat korkuyordu.. O düne kadar ölümü hep uzaktan tanımıştı, şimdiyse kendisine ne kadar yakın olduğunu hissediyordu. Daha fazla dayanamadı içerideki arkadaşlarının yanına döndü.
Saat, epeyce ilerlemiş, havanın sertlesmesiyle ucus için vazifeye çağrılmıştı. Techizatını kusandı, arkadaşlarına her zamanki zafer işeretini yaptı ve uçağına doğru yürüdü. Havanın soğuk olusunun kendisini etkilemiyeçeği için sevindi, çünkü uçuş kabini oldukça sıcaktı. Motoru homurdanarak çalışıyordu, pist basına geldi ve start alarak koyu karanlığa daldı..
Az sonra gökyüzündeydi, yapayalnızdı. Garip olan tek şey içindeki korkunun geçmemesiydi. Rahatlamak için aşağılara baktı ama irtifa göstergesi onun çoktan bulut tavanını astığını gösteriyordu. Önündeki boşluğa tekrar ürpertiyle baktı, gördüğü manzara insanı büyüleyecek kadar muazzamdı. Şimdi canı gibi sevdiği dünyasından çok uzaklardaydı, aşağıya sağ inemeyebilirdi, beyni zonklamaya başladı..
Simdi de arkadaşını hatırlamış, gözleri buğulanmıştı sanki, karsısında hayalini gördü, peşine takıldı.. Arkadaşı ona: "—Hadi gelsene neden beni yalnız bıraktın?" diyordu... Birlikte uçmaya başladılar, bambaşka bir dünyada... Burası çok güzeldi, daha önce ölen bütün dostları buradaydı. Fakat o da ne? Önlerinde iki gurup belirmişti, bazıları koşarak yemyeşil bir ülkeye gidiyor bazılarıysa zorla büyük bir ateşe atılıyorlardı..
Gördüklerine inanamıyordu, birden, bir arkadaşının ona "Bu dünyada imtihan oluyoruz, buradan başka bir diyara gidecek, yaptıklarımızdan hesaba çekilecek ve kimimiz cennete kimimiz cehenneme gideceğiz" dediğini hatırladı. Yoksa ölmüşmüydü? Hayır.. hayır olamazdı, zorla gözlerini açtı. Barometrenin ikaz ışığını gördü, düşmek üzereydi, lovyeyi doğrulttu, neredeyse altındaki tepeye kanat bırakıyordu, lovyeye asıldı ve yukarılara çıktı...
Gördüğü kabus muydu bilmiyordu, ama az daha hayatına mal olacaktı. Simdi yere inmeliydi. O kapıdan, zorla atılanlardan olmamak için ağlamalıydı, günlerce durmadan ve kendine yepyepi bir hayat kurmalıydı, gözyaşlarıyla ıslanmış...
Kule ile irtibata geçerek yerini ve rotasını öğrendi, uçağını üsse yönelterek süratini artırdı. Alana geldiğinde iniş izni alarak piste dokundu. Ucuşu sanki bir rü'ya idi. Fakat onun için bugüne kadar yaşadığı rü'yadan uyanış olmuştu. Alanda vazifeli arkadaşları etrafını sarmış, merakla neden geç kaldığını, neler olduğunu soruyorlardı; oysa o susuyor ve düşünüyordu..! "Burası bir mezra, burada ne ekersen orada onu biçersin!"
Ufukta doğmaya başlayan güneş, karanlık geceyi ve karanlık hayatı silmişti, işte minarelerden yayılan nağmeler onu ilk adımı atmaya çağırıyordu...
Faruk Kaplan