Sınıftan içeri girdiğimde tüm öğrencilerim gereken saygıyı gösterirler, ders anlatırken de can kulağıyla dilerlerdi. Öğretmenliğimin üçüncü yılındayım... İdeal bir öğretmen arzusuyla sınıftaki tüm öğrencilerimin derse katılımını sağlamak için herkesle ilgilenir, soru sorar cevap almaya çalışırdım...
Ortaokul üçüncü sınıftaki öğrencilerimden biri vardı ki, benimle göz göze geldiğinde utanır, yüzü kıpkırmızı olurdu. Ona soru sorduğumda kekelemeye başlar, eli ayağı birbirine dolaşırdı. Sebebini merak etmiyor değildim. Ama belki sorarsam, öğrencim için daha üzücü sonuçla karşılaşırım düşüncesiyle sormuyor, görmezlikten anlamazlıktan geliyordum...
Bir gün öğretmenler odasına giderken, bir başka öğrencim sınıfta gelişen garip bir olayı anlattı:
- Öğretmenim Mehmet var ya...
- Eee? Ne olmuş Mehmet’e...
- İşte o sizi seviyor...
Bunu söylerken o öğrencimin de yüzü kıpkırmızı olmuştu. Ben de şok oldum. Ama hemen kendimi toparladım ve bu kelimeyi öğrenci öğretmen sevgisi olarak algılamış gibi cevap verdim:
- Ben de sizi çok seviyorum...
Öğrenci duygularını tam olarak anlatamadan gitti ama, beni aldı bir düşünce... Daha yeni ergenlik dönemine gelmiş bir öğrencimdi Mehmet. Demek ki, o duygularla bana aşık olmuştu. Daha doğrusu aşık olduğunu zannediyordu. Bu hiç mümkün olur muydu? Hem onun yaş olarak çok üstündeydim. Hem onun öğretmeniydim. Hem de nişanlıydım. Bu sene okullar tatil olunca düğünüm olacaktı.
Ne yapacağımı bilemedim... Öyle ki o gece sabaha kadar düşündüm. Benim kulağıma kadar geldiğine göre, durumu sınıfta herkes biliyor olmalıydı... Ama bu geçici bir ergenlik dönemi duygusuydu. Öyleyse bu öğrencimi cezalandırmak şöyle dursun, ilgi göstermek ve hayal kırıklığına uğrayıp okuldan ve toplumdan dışlanmasına engel olmalıydım...
Bu duygularla, ertesi gün derse gittiğimde, Mehmet’le özel olarak ilgilenmeye başladım... Onun sevgiye ihtiyacı olduğu belliydi. Yine belliydi ki, benim ona gösterdiğim ilgiden dolayı, beni çok sevmiş, bu sevgiyi de aşık olmak zannetmişti.
Dersten çıktıktan sonra, yanıma çağırdım... Onunla bir saat başbaşa oturup konuştum... Onun utangaçlıkla açıklayamadığı sevgiyle ilgili sözleri ben ona söyledim. Ona benim de onu çok sevdiğimi anlattım...
Ertesi gün okul çıkışında, onunla gezmeye çıktım. Ben onu bir anne gibi gezdirirken, o nasıl mutlu oluyordu... Tabii ki, bir öğretmen şuuruyla, onun sevgi duygularını yönlendirmeye çalışıyordum...
Bu arada bizim bu beraberliğimiz ve ona olan özel ilgim, dallanıp budaklanarak nişanlımın kulağına kadar gitmiş... Eyvaah, sen misin böyle yapan?.. Nişanlım küplere biniyor, nasıl böyle bir şey yaptığımın hesabını vermemi istiyordu...
"Sen deli misin?" dedim. "Hiç ondört yaşındaki biriyle sevgili olunur mu? O daha çocuk. Yeni ergenlik dönemine giriyor. O beni sevdiğini sanıyor ama aslında sevgiye muhtaç biri. Onun dünyasını yıkmamak, okula ve hayata kazandırmak için özel olarak ilgileniyorum" dedimse de, nişanlıma anlatamadım. Son sözü, nişan yüzüğünü bırakıp gitmek olmuştu... Anlayışsızlığın ve duygusallığın bu kadarına da pes doğrusu...
Yıl sonuna doğru, Mehmet’in o duyguları yavaş yavaş durulmuş, benimle olan ilişkisi tekrar öğretmen öğrenci ilişkisine dönmüştü. Mehmet’in bu halinden dolayı ana babası, yıl sonunda bana teşekkür etmeye geldiler. "Bir öğretmen olarak çocuğumuzu bunalımdan kurtarmışsınız." dediler. Duydum ki Mehmet’in şimdi yeni arkadaşı varmış... Buruk bir tebessümle cevap verdim:
- Mehmet’i bunalımdan kurtardık ama, ben nişanlımı kaybettim.
Anne baba, halime çok üzülünce bu kez de onları teselli ettim: "Ama yine de fazla üzülmüyorum. Çünkü böylelikle, nişanlımın henüz kişiliği oturmamış biri olduğunu gördüm. Belki bu duygusallıkla ileride evliliğimize de zarar verebilirdi." Dedim... Ama bir insan yetiştirme mesleği olan öğretmenliğin de ne kadar zor ve özveri isteyen meslek olduğunu da anlamıştım...[/color]